GelişimErzurumYazı

ERZURUM HALKEVİ TİYATRO ÇALIŞMALARI

İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde sanatlarını icra eden ve daha çok Batılı tarzda çalışan ünlü isimlerin Erzurum halkıyla buluşma noktası, Erzurum Halkevi olmuştur. Bu durum sadece resim ve güzel sanatlarla ilgili olmayıp, tiyatro ve opera gibi sanat faaliyetleri için de geçerlidir. Örneğin, Ankara Devlet Tiyatrosu, 22 kişilik kadrosu, zengin dekorları ve tarihi kostümleriyle temsiller vermek üzere Erzurum'a gelmiş ve Halkevinde “Küçük Şehir”, “Kahvehane”, “Anton Usta” gibi temsiller verilmiştir. Vahi Öz Opereti ise 20 kişilik heyetiyle Halkevi salonunda temsiller vermek üzere 25 Ekim 1950'de Erzurum’da bulunmuştur.

Halkevi şubeleri içinde en fazla üyesi olan şube Temsil Şubesi'dir. Bu durum, bahsedilen dönemde, Erzurum'daki tiyatro ve benzer sanat faaliyetlerinin ne kadar canlı olduğunu göstermektedir. Temsil Şubesi tarafından 1945 yılı içinde, 10'u seyahatlerde olmak üzere 45 piyes icra edilmiştir. Bu şube çalışanları Genel Sekreterliğin emriyle 16 Nisan 1945'ten itibaren Halkevi sahnesinde 24 temsil veren Sadi Tek Grubu'nun temsillerine katılarak yardım etmiştir. Ayrıca bu temsillerin yöneticisi olan Sadi Tek tarafından “Tiyatro Durumumuz” isimli bir konferans verilmiştir. Aynı şekilde 27 Haziran 1945'ten itibaren 13 gün temsil veren Atıf Kaptan'ın temsillerine katkıda bulunulmuştur. Halkevi amatör sanatçıları tarafından 7 Karagöz ve 15 kukla gösterisi düzenlemiştir. Ayrıca askerlik, kültür ve kayakla ilgili 27 film halka gösterilmiştir. 1945 yılı itibariyle Erzurum Halkevi, bütün bu faaliyetleri sonucu, Türkiye'deki Halkevleri arasında en iyi temsil çalışmaları yapanlar arasında yer almıştır.

“Devlet tiyatrosu dışında çalışan gruplar içinde, gerek kadın kadrosunun genişliği ve gerekse uzun yıllar sahne çiğnemiş bilgili ve görgülü elemanların çokluğu bakımından en değerli bir sanat teşekkülü olan ‘Sadî Tek Tiyatrosu’ndan ve bunların evimizdeki yirmiden fazla süren temsillerinden sonra, Erzurum Halkevi, sahnesini, candan kaynaştığı kardeş Ağrı Halkevi’nin sevgili misafirlerine verdi.

Îki gece üst üste, sahnede bir kıymet bir istidat olduklarını beraberce ve gerçekçe haykıran bu gençler, muvaffakiyetle konuşturdukları eserlerde, bizlere yalnız beklenilmeyen bir başarı göstermekle kalmadılar, yurt toprağında saklı ve gizli nice cevherler olduğunu da bilfiil ispat ettiler Bununla beraber tarihin Türk Akınları’na benzettikleri Akın destanında bilhassa göze çarpan İstemihan rolündeki öğretmen İhsan’la, Vedat Urfi’nin bilen ve duyan bir yakınlıkla yazdığı bir âile hâilesi olan Beyaz Baykuş da, önceden sahnemizde çalışmış Hatice Vicdan, cidden göz alan bir kıymet ve kudret olduklarını, haykırarak gösterdiler.

Akın’ın gürleyen kahraman sesi ve Baykuş’un tüyler ürperten müthiş çığlığı karşısında pek yavan ve züğürtçe kalan Züğürtler yerine, daha manalı ve çekici bir komedi seçmiş olsalardı, kendilerini boşa harcamış olmaktan kurtarırlardı. Sonuç itibariyle genel ve özel bakımdan şu samimi duyguyu taşımaktayız. Erzurum'un edib ve mütefekkir çocuğu, pek değerli, fazıl dostum Sıtkı Dursunoğlu'nun Intâ-ıHakk kabilinden çok haklı ve yürekten söyledikleri gibi; ‘Biz, ne yazık ki yalnız yerin altındaki işlenmemiş madenleri değil üstündeki değerleri de bilmiyoruz. (Cemalettin SERVER)

“C. H. P, genel sekreterliğinin emri ve tensipleri üzerine Halkevimizde de temsil vermek üzere 4-4-1945 de Erzurum’a gelmiş bulunan Sadi Tek ve arkadaşları tarafından halka, öğrencilere ve askerlere olmak üzere yirmi üç piyes temsil edilmiştir.
Bu temsillere yine genel sekreterliğin işaretleri üzerine temsil kolumuz mensuplarından da iştirak edenler olmuş ve Sadi Tek'in arkadaşlarından Vedat Karaokcu tarafından temsil kolu üyelerine iki defa makyaj sanatı üzerine tatbikat ile birlikte malumat ve izahat verildiği gibi, Sadi Tek tarafından da (Tiyatro durumumuz) hakkında halka bir konferans verilmiştir.
Temsil kolumuz için gerek makyaj ve gerek sahne tertibi ve dekor tanzimi itibari ile faydalı olduklarını burada kaydetmek lüzumunu hissettiğimiz Sadi Tek ve arkadaşları, Erzurum halkına da yirmi gün neşe dağıtmış ve Gaziantep’e hareket etmişlerdir”.
“Yetmiş yıllık Cumhuriyet dönemini hiç İncelememiş, araştırma ve soruşturmaya dahi lüzum hissetmemiş bu İnsanlar Erzurum'a iftira ediyorlar bühtan yüklüyorlar. Bugünkü Halk Eğitim salonunun perdeleri dile gelse de konuşsa Kimler geldi geçti bu salondan, kimler seyretti bu tiyatroları, 1945’li yılları hatırlıyorum. O yıllar Türkiye'de Sadi Tek Tiyatrosu diye bir özel tiyatro vardı. Her yıl Erzurum'a gelir en az dört beş tiyatro oyununu bu salonda sahnelerdi. Sadi Tek Tiyatrosu'nun Erzurum'da kalışı en az on beş gün sürerdi. Bu oyun dört beş gün üst üste oynanırdı”.
Erzurum'un ileri gelen simaları arasında yer almıştır. Dursunoğlu'nun başkanlığı zamanında yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen, kendisinin Halkevi çalışmalarına ve şehir kültürünün gelişimine önemli katkıları olmuştur.
Erzurum Kızılay Başkanı Mithat Turgutcan, 1940’larda Erzurum Halkevinde matbaası olan ve tiyatro kolunda bulunmuş Erzurum’un yetiştirdiği değerli bir kültür adamıdır. Halkevinin en canlı dönemlerini bilen Turgutcan hatırladıklarını bizimle paylaşıyor.
“Turgutcan: Murat Uraz Halkevinin ilk müdürüydü… Erzurum Lisesi müdürlüğü de yaptı. Müfettiş Umumiye’de Milli Eğitim Daire Başkanıydı… Çok değerli bir insandı bilgili yetenekli biriydi. 1933 yılında ilk halkevinin açılışını hatırlıyorum. 38–39 yıllarında da temsil kolundaydım. Köroğlu’nu sahneye koymuştuk. Öyle tatlı günlerdi ki… Orada toplanırdık, Salim Bey, Tevfik Bey, Sadi Akatay vardı… Çok güzel günlerimiz geçti… Ekmek peynir alırdık gece yarılarına kadar çalışınca oturur yerdik… Hem eğlenirdik hem de oyunlara çalışırdık.”



Tecrübeli bir eğitimci olan Sıtkı Dursunoğlu, sadece Erzurum'da görev yapan öğretmenlerden değil, ortaya çıkan birtakım fırsatlardan da Halkevi adına yararlanma yoluna gitmiştir. Örneğin; askerliği nedeniyle Erzurum'da bulunan ve şehrin kültür ve sanat tarihiyle ilgilenerek önemli tespitler yapan Cemalettin Server Revnakoğlu'na yazılar yazdırmak ve konferanslar verdirmek suretiyle kendisinden faydalanmıştır.
1940’lı yıllarda hemen hemen her oyunda oynamış ve özellikle de Erzurumlunun neredeyse marş haline gelen “Bar”adlı şiirin yazarı Sadi Akatay’ın, Halkevi denildiğinde hemen hemen herkesin dilinden düşürmediği hikâyesi oldukça ilginçtir.
“Halk evleri o yıllarda inkılâba kan vermek için coşmuş taşralılarla doludur. Balolar, danslar, cazlar, piyangolar, tiyatro gösterileri ve de inkılap dadaşı üretiminin ilk mahsülleri, Enis öğretmenler, Kemalettin Kamiler, Saadettin Akataylar.. Ünlü bar şiirinin yazarı Saadettin Akatay’ın dadaşlık serüveni, bir film olacak ölçüde şaşırtıcıdır. Bu bahtsız dadaş, çıldırarak can vermiştir. Çıldırması da yüzlerce kişinin gözleri önünde bir rol sırasında olmuştur. William Sheakespear’in Othello’su sahneleniyor. Başrolde Sadettin Akatay, Destemona rolünü oynayan bayan, Avukat Reşat Budak’ın hanımı. Oyunun finalinde Saadettin Akatay Destemona’yı boğarak öldürecek. Rol o kadar başarı ile icra ediliyor ki bütün salon alkışlarla ayağı kalkıyor. Destemona çığlıklar atıyor ancak, öleceğine kalkıp kaçmaya başlıyor. Meğer Bar şiirinin yazarı gerçekten çıldırmış. Durum anlaşılınca adamcağızı müşahede altına alıp hastaneye götürüyorlar. Kısa bir süre sonra da Saadettin Akatay’ın ölüm haberi geliyor.”

“Akatay, Erzurum Halkevi temsil şubesinin kuvvetli bir unsuru idi. Her temsil gecesinde halk, bu kolun bilhassa bir kaç muvaffakiyetli unsuru arasında onu da mutlaka arardı. Ders saatlerinden ayrı geçen zamanlarında, başı öne sarkarak içinde kurduğu âlemi seyre dala dala dolaşırken dudakları kıpırdıyorsa mutlaka, ya bir manzumu mısralaştırmakla veyahutta bir rolü ezberlemekle meşgul olduğuna, hükmedilirdi. Hasılı bir çok taraflarıyla faydalı cemiyet unsurlarından biri olan Sadi’yi ölüm ömür tarlasından bir yabani ot gibi söküp attı... Kadere küskünüz”
Sıtkı DURSUNOĞLU
1904 yılında Erzurum'un Aşkale İlçesi'nde doğan Sadettin Akatay, Cumhuriyet dönemimizin ilk öğretmenlerinden biriydi. Onun nüfus kütüğünde adı "Sadettin" olarak yazılıdır ama O, çoğu kez "Sadi" ismini kullanmış, şehir halkı da onu "Muallim Sadi Bey" olarak tanımıştır. Sadettin Akatay iyi bir ozan olduğu kadar, iyi bir tiyatro aktörüydü. 1940'lı yıllarda Erzurum Halkevi temsil kolu bir Darülbedayi idi. "Hisse-i-Şayia", "O Kadın", "Othello", "Köroğlu", "Azarya", "İtimat İlamı", "Fermanlı Deli Hazretleri" O temsil kolunun oynadığı oyunlardan bazılarıdır. Bunların hepsinde Sadettin Akatay ön planda veya başroldeydi.
“ Bu gün tiyatrocu geçinen bazı gençlerimizin tiyatro oyunlarına baktıkça hep o günleri anımsar, sonra 50 yılda terakki yerine tedenniyi görünce üzülür dururum.” (Sebahattin BULUT)

Erzurum’da tiyatroyu anlatan birkaç eserde Sadi Akatay’ın mutlaka adı geçer. Zekiye Çomaklı da yukarıdaki ifadelere benzer Aşkale kitabında anlattığına göre; Sadi Akatay Sheakespear’in Othello oyununu sahneye koyduğu gece, sabaha karşı delirmiş, evde herkese saldırıp, kırıp dökmeye başlayınca, komşuları yardımıyla hastaneye götürülmüş. O gece sabaha karşı çıldıran Sadi Akatay Bakırköy Akıl ve Ruh Hastalıkları Hastanesine kaldırılmış, orada yanlış bir iğne sonucu hayatını kaybetmiştir.

Bu dönemde Halkevi Tiyatro Kolu'nun dekoratörü olan İhsan Coşkun Atılcan'ın mükemmel dekorları Vali Haşim İşcan'ın dikkatini çekmiş ve bu yetenekli genci Güzel Sanatlar Akademisi'ne veya Avrupa'ya göndermek için özel idare bütçesine ödenek konulmuştur. Fakat İşcan'ın Antalya Valisi olması ve yerine gelen Burhanettin Teker'in bütçeyi bozması nedeniyle, bu yetenekli ismin tahsil imkânı elinden alınmıştır.
1946’larda bu kadro yerini gençlere bırakır. Kadronun en yetenekli elemanlarından biri bu gün Profesör olan Necati Öner'dir. Necati Öner, İnsan Sarrafı’ndaki rolü ile bir molla, görülmeye değer bir sanat çınarıdır. İnsan sarrafını devleştiren bir oyuncudur.

Necati Öner’le Ankara’da evinde yaptığımız röportajda Halkevinde ilk tiyatro çalışmalarına nasıl başladığını şöyle anlatıyor.
“ Öner: Liseden sonra hemen üniversiteye gidemedim Halkevine gittim. O dönemde Erzurum Halkevi faaliyet bakımından İstanbul’dan sonra ikinci büyük halkeviydi. Rahmetli Murat Uraz Halkevinin müdürüydü. Onun sayesinde olmuştur. Dokuz kol görev yapardı, ben tiyatro kolundaydım. Temsiller yapardık. Pazartesi Perşembe, O kadın, Hisse-i Şayia hatırladıklarım…”
Necati Öner o günleri anlatırken heyecanını ve özlemini gizleyemiyor. En çok Halk Gecelerinde tuluat yaptıklarını ve bunun da hem zor hem de çok eğlenceli olduğunu ifade eden Necati Öner sözlerine şöyle devam ediyor.
“ Öner: Sahneye girer metinsiz bir şekilde Allah ne verdiyse doğaçlama yapardık. Seyirci tıklım tıklım doldururdu salonu… On beş kuruşa boyacılardan tutun da çırağına kadar, çoluk çocuk katıla katıla gülerlerdi. Hatta bir gün Cumhuriyet Caddesinden geçerken bir boyacı beni gördü. “Halkevinin komedisi gidir” diye arkamdan bağırdı.
Necati Öner Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümünden mezun olup, bu alanda çok önemli bir isim olmasına rağmen tiyatro aşkını bakın hangi sözlerle ifade ediyor;

“ Öner: Hala içimde ukdedir. Ben yeteneğime güveniyordum. Ünlü bir oyuncu olabilirdim”.

Necati Öner son olarak Halkevlerinin kapatılmasından duyduğu üzüntüyü şöyle ifade ediyor;
“Öner: O devirde halkevlerinde partizanlık yoktu. Keşke kapatacaklarına partiyle ilişkisi kesilseydi. Aynı düzen devam ederdi.”
Tiyatro kolunun başında İşfer İmek vardı. Pazartesi-Perşembe: Hisse-i Şaiya, Kavga Sonu gibi temsiller veren tiyatro kolunun diğer üyeleri ise, Zehra Dikmen, Öğretmen Mukime Hanım, Öğretmen Raziye Hanım, Öğretmen Sıdıkta Hanım, Öğretmen Server Bey, Necati Ömer, Aytekin Yakar, Sami Çelenk, Kemal Dülfer, Nevzat Kantoğlu, Fahri Güçlü, Kemal Ceylani gibi isimlerdi.

Bununla birlikte, 1940'ların ortalarından itibaren, Erzurum Halkevi'nin üzerinde kara bulutlar toplanmaya başlamıştır. Bunun en önemli nedenlerinden birisi, çok partili hayata geçişle birlikte, şehir halkı arasında siyasi bir gerilim yaşanması ve kutuplaşmaların ortaya çıkmasıdır. Bu durum Ankara'daki siyasi çatışmaların bir sonucu olarak, ülke genelinde de benzer bir süreç takip etmiştir. Ayrıca, 1950 seçimleri öncesinde Erzurum Halkevi'ne devam eden gençlerden bazılarının komünistlikle uğraştıkları yolunda basında çıkan haberler, şehirde büyük bir üzüntüye neden olmuştur.
Erzurum Halkevi de yaşadığı bu darboğazı aşmak için değişik yöntemler uygulamaya başlamıştır. Bu uygulamalardan birisi, oldukça büyük olan Halkevi binasının bazı kısımlarının kiraya verilmesidir. Bir diğeri ise, hem üye ve ziyaretçi sayısı giderek azalan Halkevi'ne canlılık kazandırmak hem de Halkevi giderlerini karşılamak için Halkevinde sinema gösterimlerine başlanmasıdır. Öyle ki 1940'ların sonuna gelindiğinde Erzurum Halkevi neredeyle bir sinema salonu gibi faaliyet göstermektedir.

Erzurum Belediyesi Daimi Encümeninin 1949 yılı içerisinde almış olduğu kararlardan anlaşıldığı üzere sadece 1949 yılında Erzurum Halkevi’nde sahne alan tiyatrolar şunlardır: Türk Sahne Sanatkârları Demeği Doğu Grubu, Devlet Tiyatrosu Grubu, İllüzyon Cevdet Grubu, Kültür Temsil Heyeti, Toros Tiyatrosu, Süheyla Bedriye ve Arkadaşları Tiyatrosu, Raşit Rıza Tiyatrosu.
Bütün bu grupların halka ücretli gösteriler yapmaları, yukarıda belirtilen ifadeyi desteklemektedir. Burada vurgulanması gereken şey, 1940'lann sonlarında Erzurum Halkevi'nin şehrin amatör ve yerli sanatçılarından ziyade, şehir dışından gelen ve ücretli gösterilerde bulunan gruplara öncelik tanımasıdır. Bu durumda, özellikle Murat Uraz döneminde Halkevi sahnesini dolduran ve kendilerini geliştirme olanağı bulan yerel amatör sanatçılar, Halkevi'nin dışarıdan gelen sanatçı topluluklarına ağırlık vermesi nedeniyle, kendilerini yetiştirme ve geliştirme olanağından büyük ölçüde mahrum kalmışlardır.

Yukarıda belirtilen bu yeni gelişmelerden bir süre sonra, CHP'nin bütün malvarlığına el konulmasıyla birlikte Erzurum Halkevi kapatılmıştır. 8 Ağustos 1951'de çıkarılan 5830 sayılı kanunla Halkevlerinin kapatılmasına karar verilmiş ve 11 Ağustos 1951'de bütün Halkevlerinde olduğu gibi, bugün Halk Eğitim Merkezi olarak kullanılan binadaki Erzurum Halkevi'nin kapısına da kilit vurulmuştur.

“ Caner: Köy Enstitülerinin, Halk Evleri’nin kapanması atıl batıl haline getirilmesi çok kötü oldu. Atatürk büyük bir deha, anlaşılır gibi değil… Harpten çıkan bir ülkenin en önemli ordusunun eğitim ordusu olduğunu söylemiş. Sanata verdiği değer akıl almaz… Atatürkçülük, Kemalizm adına yıllardır yapılan tartışmaların hepsi palavra. Atatürk beş tane kripto bırakmış, basit beş cümle… Bu beş cümleyi uygula, gerisini merak etme sen demiş… Şimdi bunlara bakalım isterseniz… Bu beş kriptodan birincisi; Ey gençler ‘Cumhuriyeti biz kurduk onu yaşatacak olan sizlersiniz ’… Bir şey nasıl yaşatılır… Geliştirerek… Olduğu gibi değil, değiştirerek değil… Geliştirmek olumlu… Değiştirmek olumsuz bir şeydir… Havanda su dövmektir… Ama geliştirin farklı bir şey… İkincisi; ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür’… Temele bunu oturtmuş… Üç; sanat… ‘Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir’... Adam ne yapacağınızı söylemiş aslında, bunu anlamak hiç de zor değil… Çözülmesi zor şifreler değil. Buna bağlı olarak, Atatürk’ün bir anekdotunu aktarayım… Bir sohbet sırasında, Atatürk’e diyorlar ki; Neden balkan savaşını kaybettik paşam… Yüce Atatürk yalın ve anlaşılır biçimde şöyle yanıt vermiş… Balkan savaşını kaybettik… Çünkü Bulgarların operası vardı…”
Halkevlerinin kapatılmasını Erzurumlu olan eski İmar ve Ulaştırma Bakanlarından Selahattin Babüroğlu Kültür Yöre Yaşamım adlı kitabında şöyle ifade ediyor.

“ Halkevlerinin kapatılması TBMM'de sert tartışmalara neden oldu. 06 Ağustos 1951 günü TBMM saat 15'te Başkan vekillerinden Fikri Apaydın (Kayseri milletvekili) başkanlığında toplandı. Ben sadece Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı İsmet İnönü'nün konuşmasından bir paragrafı kitabıma almakta yarar gördüm.” İsmet İnönü:"Kanun teklifinin Halkevlerini fiilen ilga etmesi memleketi yirmi seneden beri ona hizmet eden büyük bir içtimai kültür müessesesinden mahrum kılmaktadır. “

Zeynep BAYRAKTUTAN