Oyunculuğa ilgi ve yeteneğin nasıl ortaya çıktı, seni sahneye götüren yolculuktan bahsedebilir misiniz?
Oyunculuğa olan ilgim, daha çok küçük yaşlarda başladı. Ailem, sanata ve tiyatroya büyük değer verirdi. Bizi, sahnede izlenecek oyunlara götürür, evde de tiyatro kültürünü yaşatmaya özen gösterirdi. Haldun Taner’in öncülüğünde Metin Akpınar ve Zeki Alasya tarafından kurulan Devekuşu Kabare’nin kasetlerini dinler, videokasetlerden oyunları izlerdik. Bu atmosferde büyüyen iki çocuk olarak, abimle birlikte biz de bu dünyaya kendimizi kaptırdık.
İzlediğimiz oyunların repliklerini ezberleyip, karakterlerin mimiklerini taklit ederek hem eğlenir hem de farkında olmadan oyunculuğun temellerini atardık. Bu bizim için sadece bir oyun değil, aynı zamanda bir tutkuya dönüşmüştü. Hâlâ birlikte bu anları canlandırır, keyifle hatırlarız.
Lisede ve ardından iki yıl boyunca üniversitede Tekstil Bölümü okudum. Ancak zamanla fark ettim ki beni asıl heyecanlandıran, sahnede olmak, hikâye anlatmak, karakterlere hayat vermekti. İçimdeki bu isteği görmezden gelemedim ve sonunda oyunculuk eğitimi alarak bu yolculuğa profesyonel anlamda adım attım. İlk kıvılcım çocuklukta atıldı, ama ben bu kıvılcımı bir ateşe dönüştürmek için bilinçli bir şekilde yola çıktım.
Tiyatro severler, salonda yerlerini alıp keyifle oyunu seyrederler. Seyircinin bir iki saatine şahit olduğu bir tiyatro oyununa nasıl hazırlanılır, oyunun yazımından sahnelendiği âna kadar geçen süreci anlatabilir misin?
Hazırlık süreci, dışarıdan sadece birkaç saatlik bir performans gibi görünse de aslında sahnede izlenen her an, uzun ve titiz bir emeğin ürünü. Bu süreç hem oldukça yorucu hem de bir o kadar keyifli olabiliyor. Elbette her oyun kendi dinamiklerini barındırır; yönetmenin yaklaşımı, metnin dili, oyuncu kadrosu gibi birçok faktör hazırlık sürecinin şeklini belirler.
Genellikle prova sürecine başlamadan önce, karakter analizi yaparız. Yönetmenin vizyonu doğrultusunda, karakterin dünyasını anlamaya çalışır, kendi duygu ve düşüncelerimizi de katarak sahnede onu yaşatmaya başlarız. Bu bir nevi ortak bir yaratım süreci. Rejiyle birlikte oyuncular olarak karakterleri sadece canlandırmakla kalmaz, onları yaşar, onların bakış açısından düşünmeye başlarız.
Oyun prova süreci boyunca defalarca tekrar edilir. Doğru tonlamayı, doğru ritmi bulana kadar çalışırız. Bazen küçücük bir sahne için saatlerce prova yaparız. Çünkü izleyici sahnede birkaç saniyeliğine bir duyguya tanıklık eder ama o duygunun oraya gelmesi günlerce, haftalarca süren bir yolculuktur.
Sonunda ışıklar söner, perde açılır ve seyirciyle buluşuruz. İşte o an, bütün o emek, yorgunluk, çaba; yerini tarifsiz bir mutluluğa bırakır. Çünkü en başından beri amacımız, izleyicinin kalbine dokunacak gerçek bir hikayeyi sahneye taşıyabilmek.
Sahnede farklı rollere bürünmek neler öğretiyor insana, tiyatronun sana kazandırdıklarını paylaşabilir misin ?
Sahnede Belgin’den, yani kendimden farklı karakterlere bürünmek bana inanılmaz şeyler katıyor. Oyunculuğun en büyüleyici yanlarından biri de bu bence kendi sınırlarını aşabilmek. Hayatımda asla yapmadığım, yapamayacağım ya da belki aklımdan bile geçirmediğim şeyleri sahnede bir karakter aracılığıyla deneyimlemek, bana sadece oyunculuğu değil, insanı da öğretiyor.
Bu süreç bir nevi yaşam boyu süren bir eğitim gibi… Her rol, bana yeni bir bakış açısı kazandırıyor. Çünkü her karakterin bir geçmişi, bir duygusu, bir derdi var. Onu anlamaya çalışırken, sadece metni değil, insanı çözümlemeye başlıyorsun. Bu da empatiyi geliştiriyor. Bir karaktere hayat verirken sık sık kendime şu soruyu soruyorum: Belgin bu durumda ne yapardı? Peki, bu karakter ne yapıyor, neden böyle yapıyor?
Tiyatro sayesinde aynı zamanda tek bir meslek yaparken, birçok farklı mesleği de deneyimleme şansı yakalıyorum. Bir oyunda doktor oluyorum, diğerinde öğretmen, bazen bir hırsız, bazen bir kahraman… Komedide kahkaha attırıyor, dramda kalplere dokunuyorum. Bu çeşitlilik, hem mesleki olarak beni besliyor hem de hayata bakışımı zenginleştiriyor.
En güzeli de şu: Tanıdığım ya da hiç tanımadığım insanların yaşamlarına dair ipuçları buluyorum roller sayesinde. Bu da insanlarla daha derin, daha gerçek bir bağ kurmamı sağlıyor. Tiyatro sadece sahnede değil, hayatın tam içinde gelişen bir deneyim benim için.
Oyuncunun rolünü en iyi şekilde canlandırabilmesi için karaktere adapte olması gerekiyor. Bu sebeple oyuncuların empati kurmakta çok başarılı oldukları söylenir, sahnede türlü türlü karakterleri canlandırmak sosyal ilişkilerinde karşındakileri anlamanı kolaylaştırıyor mu?
Evet, oyunculukta empati kurmak gerçekten çok önemli. Bir karakteri sahnede en doğru ve derin haliyle canlandırabilmek için, onun ne yaşadığını, ne hissettiğini anlayabilmemiz gerekiyor. Bu da zamanla sadece sahnedeki karakterlere değil, gerçek hayattaki insanlara karşı da daha duyarlı olmamı sağladı.
Çünkü her karakter bir yaşam hikâyesi taşıyor. Onların istekleri, korkuları, tepkileri var. Ben de bu duygulara yaklaşmaya çalıştıkça, sahnede oynadığım karakterlerle aramda ister istemez bir bağ oluşuyor. Bu da benim empati kasımı geliştirdi diyebilirim. Gerçek hayatta da çoğu zaman bir insanın davranışının arkasında ne olabileceğini düşünmeye çalışırım: Acaba bugün nasıl bir gün geçirdi, neden böyle bir tepki verdi, bir derdi mi var?
Tabii ki biz de insanız, her zaman bu hassasiyeti göstermek kolay olmayabiliyor. Gün içinde kendi duygularımızla uğraşırken bazen empatiyi unutabiliyoruz. Ama işte tiyatronun bana öğrettiği şeylerden biri de bu: Herkesin görünmeyen bir hikâyesi vardır. Biraz daha anlayışlı, biraz daha yargılamadan yaklaşabilirsek, iletişim de o kadar güçlü ve sağlıklı hale geliyor.
Empati, sahne dışında da hayatı kolaylaştıran bir beceri. Belki de bu yüzden tiyatroyu sadece bir meslek değil, bir yaşam biçimi olarak görüyorum.
Tiyatro canlılığı olan bir sanat. Oyun esnasında salondaki en ufak aksaklıktan dahi etkilenebilirsiniz. Hata yapmamak için nasıl çalışıyorsun, oyun esnasında yaşadığın ve unutamadığın bir aksilik var mı bizimle paylaşabileceğin?
Tiyatro, canlılığı ve doğallığıyla bambaşka bir sanat dalı. Oyun esnasında sahnedeki en ufak bir aksaklık bile bütün akışı etkileyebiliyor. Bu yüzden prova sürecimizde yalnızca replikleri değil, sahnede yaşanabilecek her türlü detayı hesaplamaya çalışıyoruz. Topuklu bir ayakkabının kayması, bir aksesuarın kopması, seyirciden gelen beklenmedik bir tepki ya da bir repliğin unutulması gibi olasılıkları tek tek düşünüp çözümler üretmeye çalışıyoruz.
Elbette biz de insanız, ne kadar hazırlıklı olsak da bazen aksilikler yaşanabiliyor. Çok şükür şimdiye kadar büyük bir sorunla karşılaşmadım, ama minik sürprizler oluyor sahnede. Yakın zamanda şöyle bir olay yaşadım: Oyunda arkadaşlarımın replikleri biraz karıştı ve bana söylenmesi gereken replik unutuldu. Ben sahneden çıkmak üzereyken replik aniden geldi ve cevap vermem için hızla dönmem gerekti. Dönerken kafamı sahnedeki bir demire oldukça sert bir şekilde çarptım. Oyundan sonra hemen buz tedavisi uygulandı. Bu gibi şeyler tiyatronun doğasında var. Küçük ama unutulmayan anılar arasında yerini alıyor.
Yönetmen, seyirciye masal anlatır, tiyatro ayna olur seyircisine. Bu yönüyle tiyatronun hayata başka açıdan bakmak, düşünmek, gülmek belki de hüzünlenmek için fırsat verdiği doğru mudur?
Kesinlikle doğru. Tiyatro, insanların duygularına dokunan çok özel bir alan. Herkes duygularını rahatça ifade edemez; kimisi çok içten yaşar, kimisi içine atar. Ama tiyatroda izleyici, sahnedeki karakterlerde kendinden bir parça bulur. Belki hayatında hiç gülmediği bir şeye güler, hiç ağlamadığı bir sahnede duygulanır. Çünkü orada kendisiyle yüzleşir, empati kurar.
Bu anlar hem bizim için hem de izleyenler için çok değerlidir. Tiyatro, hayatı başka bir açıdan görmemizi sağlar; bazen düşündürür, bazen güldürür, bazen de hüzünlendirir. Bu yüzden etkisi çok güçlü ve çok özel.
Geleceğe dair hayallerinde tiyatro ile ilgili neler var, oyunculuğa devam eder misin, yönetmenlik veya yazarlık düşünüyor musun?
Geleceğe dair hayallerimde her zaman oyunculuk var. Sahnede ya da kamera önünde olmak benim için fark etmiyor, önemli olan o anı yaşamak ve yaşatmak. Evet, ileride belki yönetmenlik de yapabilirim, birkaç oyun yazmak da mümkün. Ama şu an için bunların hiçbiri oyunculuğun önüne geçemiyor. Bu dönemde enerjimi tamamen oynamaya, karakterleri derinlemesine anlamaya ve birebir deneyimlemeye ayırmak istiyorum. Çünkü ben oyuncuyum ve sahnede, uygulamalı olarak çalıştıkça hem kendime hem de oyunculuğuma daha çok katkı sağladığımı hissediyorum.
Sahneden bakınca, bir oyuncu gözüyle Erzurum halkının tiyatroya ilgisini nasıl görüyorsun?
Ben yarı Erzurumluyum, üniversiteyi de burada okudum. O yüzden seyircinin ilgisini hem geçmişten hem de günümüzden yola çıkarak değerlendirebiliyorum. Erzurum seyircisi, özellikle bizim sahnemiz için her zaman sahiplenen, destekleyen bir kitle oldu. Salonlarımız çoğunlukla dolu, seyircimiz oyunun temposuna, rengine, duygusuna göre çok güzel tepkiler veriyor. Bu anlamda onları gerçekten çok takdir ediyorum ve teşekkür ediyorum.
Tabii zaman zaman televizyon ya da sinemadan alışık olunan bazı beklentilerle gelen seyirciler de olabiliyor. Bu çok doğal, çünkü artık herkesin bir ekran kültürü var. Ancak tiyatronun doğası farklı; burada bir Devlet Tiyatrosu sahnesinde, hem edebi hem de tarihsel anlamda önemli eserler sahneleniyor. Bu eserler, yazıldıkları dönemin ruhunu, yazarın dünyasını ve karakterlerin yaşantılarını yansıtıyor. Seyircimizin de bu bilinçle geldiğinde, izledikleri oyunu daha doğru yorumlayabileceklerine inanıyorum.
Erzurum Devlet Tiyatrosu geçmişte olduğu gibi bugün de çok nitelikli oyunlar sahneliyor. Bizler de oyuncular olarak yaşananları sahneye taşıyıp, düşündürmeye, hissettirmeye ve iz bırakmaya çalışıyoruz. Seyircimizin ilgisi ve desteğiyle bu bağ her geçen gün daha da güçleniyor.
Belgin Alptekin
Erzurum doğumlu olan Belgin Alptekin, çocukluk ve ilk gençlik yıllarını İstanbul’da geçirdi. Eğitim hayatına burada başlayan Alptekin, üniversiteye kadar olan tüm öğrenimini İstanbul’da tamamladı. Oyunculuğa duyduğu ilgi onu Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde tiyatro eğitimi almaya yönlendirdi. Bu süreçte edindiği birikimle Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü, Oyunculuk Ana Sanat Dalı’nı kazandı.
Üniversite eğitimi sırasında, mezuniyetinden önce bir reklam projesi vesilesiyle yönetmen Ozan Açıktan ile tanıştı ve bu ilk profesyonel deneyimi, kariyeri açısından önemli bir adım oldu. Mezuniyetinin ardından reklam filmlerinde rol almaya başlayan Alptekin, “Karışık Kaset”, “Aşkın Bedeli”, “7 Yüz” ve “Komşular” gibi dikkat çeken yapımlarda yer alarak dizi ve sinema dünyasında adını duyurdu.
Sanatsal yolculuğuna tiyatro sahnesinde devam etmek isteyen Alptekin, Devlet Tiyatroları’nın açtığı sınavı kazanarak, kendi memleketi olan Erzurum’u tercih etti. Hâlen Erzurum Devlet Tiyatrosu sanatçısı olarak sahneye çıkmaya devam etmektedir. Bu süreçte “Hiç Kimse”, “Ana-Dolu”, “Aşkımız Aksaray’ın En Büyük Yangını”, “Yalan Kozası”, “Dokuz Beş Müzikali” ve “Ayaktakımı Arasında” gibi önemli oyunlarda görev almıştır.