GelişimErzurumYazı

ELİF KONUR

Elif Konur: Bireyin eğitim sürecinde karşısına ilk çıkan ürünlerin çocuk edebiyatı eserleri olduğunu düşünürsek edebiyata sızan cinsiyet kodları ve öğretileri ile çocukların ilk olarak bu edebiyatta karşılaşıyor olduğunu anlarız.

Öncelikle Toplumsal Cinsiyet ve Toplumsal Cinsiyetin Tarihinden bahseder misiniz?

Toplumsal cinsiyet terimi ilk defa 20. yüzyılda Ann Oakley tarafından kullanılmış olsa da terimin içerdiği durumların geçmişi çok daha eski.Toplumsal cinsiyeti örneklendiren tutum ve davranışlar, toplumsal yapıların ilk oluşmaya başladığı zamanlara kadar gider.
Biyolojik olarak erkek ya da kadın olmak doğuştan getirilen bir durumdur.
Fakat erkeklik ve kadınlık rolleri hem cinsiyetin kendi doğasıyla hem de kültürel ve toplumsal aktarımlarla şekillenmektedir. İşte biz cinsiyet rollerinin kültür ,çevre, okul, basın gibi toplumsal etkenlerle şekillenen kısmına toplumsal cinsiyet yani toplum tarafından oluşturulan cinsiyet diyoruz.

İslamiyet öncesi ve sonrasında, Cumhuriyet döneminde ve günümüz Türkiye’sinde toplumsal cinsiyete bakış açılarında ne gibi farklılıklar var?

İslam öncesi dönem için konuşacak olursak bu dönem Türk toplumlarında, toplumsal cinsiyet ayrımı önemli bir sorun olarak belirmemiştir. Kadın; aile hayatında, sosyal ve siyasi alanda erkeğin gerisinde değil, yanında. Ev idaresi kadına ait, kadının çocuğunun olması yine ona saygıyı artıran bir durum. Devlet idaresinde "hatun", "hakan"ın yanında yer alır. Elçi kabulünde, harp ve sulh meclislerinde hatun mutlaka bulunur ve söz hakkı var.
İslami dönemde ise Türkler doğal olarak sadece din değiştirmediler dahil oldukları coğrafya ve medeniyetten de etkilendiler. Burada dinin etkisi kadar Bizans, Arap ve İran kültürünün etkileri de fazla ve önemli.
İslam kadına başta eğitim ve farklı şartlara gerek kalmadan varis olma hakkı gibi çok önemli haklar getirmiştir fakat İslam'ın beşiği olan coğrafya kadını aşağılayan, doğan kız çocuğunu bir utanç sebebi olarak gören hatta kız çocuğunu diri diri gömen bir coğrafya olunca buradaki toplumun kadın algısı zaten ortadayken Kuran'daki bazı ayetlerin bu toplumsal kodlarla yorumlanması İslam'ı benimseyen Türk toplumlarında kadınların kısmi hak kaybına neden olmuştur.
Bu durum belirttiğimiz gibi İslam'ın değil, İslam'ın doğduğu coğrafyanın kadına yönelik kültürel normlarından kaynaklanmaktadır. Yine de İslam'a geçişten sonra Osmanlı dönemine nazaran Selçuklu döneminde Türk kadının daha daha özgür olduğunu söyleyebiliriz.
Bunun sebebini de şöyle izah edebiliriz: Yavuz Sultan Selim döneminde akla önem veren ve kurucusu bir Türk âlim olan Mâtürîdî mezhebi terk ediliyor ve akıldan çok nakli benimseyen Arap kökenli bir âlimin kurduğu Eşârîlik mezhebi benimseniyor. Bu durum da ister istemez İslam'ın Arap toplumunun normlarına göre yorumlanmasını beraberinde getiriyor ve kadına yönelik toplumsal düzenlemelerde kısıtlamalar başlıyor.
Cumhuriyet Dönemi'ne geldiğimizde 1926'da Medeni Kanunun ilanıyla tek eşlilik, eğitim, temel haklar ve miras konusunda kadınlar için önemli kazanımlar elde edildiğini görüyoruz. Gündüz Türkiye'sinde ise gerek eğitim gerek çalışma hayatında şartlar önceki dönemlere göre kadınlar için çok daha iyileştirilmekle birlikte artan kadın cinayetleri ve boşanma oranları, aile içi sorunların çoğalması, düşen evlilik ve doğum oranları bize başka bir şey söylemekte. Elbette bu olumsuzlukların ekonomik sebepleri de var ama bunu sadece ekonomik sorunlarla açıklayamıyoruz. Ömür boyu nafaka, bazen bir silah gibi kötüye kullanılabilen kadının beyanının esas olması, yine bazen kötüye kullanılabilen evden uzaklaştırmalar maalesef karşı taraf için radikalleşmeyi beraberinde getirebiliyor ve bu radikalleşme kadının korunmasında ciddi sorunlar yaratabiliyor. Bu konuların tekrar gözden geçirilip adalet noktasında bir iyileştirmeye gidilmesi gerekiyor çünkü mevcut durum kadını ve aileyi koruyamıyor, karşı taraf zarar vermeye başladığında bunun önüne geçmek çok zor oluyor ve bu durumda yine en çok zarar gören kadın ve aile. Daha adil, yapıcı ve uzlaşmacı bir tutuma ihtiyacımız var. Burada hem ailelere hem okula hem de çevreye büyük görevler düşüyor. Erkek ve kız çocuklarımıza birbirinin rakibi değil tamamlayıcısı olduğunu anlatmalıyız. Çocuklarımızı saygılı ve anlayışlı yetiştirmeliyiz.

Amaç ve işlev olarak değerlendirdiğimizde Çocuk Edebiyatı edebiyatımızın diğer türlerinden nasıl ayrılır?

Bireyin eğitim sürecinde karşısına ilk çıkan ürünlerin çocuk edebiyatı eserleri olduğunu düşünürsek edebiyata sızan cinsiyet kodları ve öğretileri ile çocukların ilk olarak bu edebiyatta karşılaşıyor olduğunu anlarız. O yüzden daha ilk basamakta doğru toplumsal cinsiyet algılarının oluşturulması çok önemli. Çünkü insanlar çocukken edindikleri öğretileri daha güçlü içselleştiriyorlar O yüzden hem etik değerlerin benimsetilmesi hem de doğru cinsiyet algısı için çocuk edebiyatı diğer edebiyatlardan daha öncelikli bir konuma sahip.

Çocuk Edebiyatında Toplumsal Cinsiyetin Eğitime yansımalarından bahseder misiniz?

Özellikle günümüzde çocuk edebiyatı yazarları cinsiyetçilik yapmama noktasında oldukça hassas. Olumsuz toplumsal cinsiyet kodları eserlerde yer almıyor, yer alsa da olumsuz bir örnek olarak ele alınıyor. 1970 sonrası çocuk ve gençlik edebiyatı eserlerinde başlangıçta olumlu yapıcı geleneksel bir tutum söz konusuyken günümüze doğru geldikçe özellikle gençlik edebiyatında daha bireyci, aile, toplum ve kadına dair farklı yaklaşımları da barındıran bir edebiyattan söz etmek mümkün.
Özellikle çeviri tahkiyeli metinlerde bu durum daha belirgin. Bu eserlerde iki cinsiyet arasındaki tutum yapıcı ve uzlaşmacı olmaktan çok ayırıcı ve bireyci olmaya doğru gidiyor. Örneğin bu çeviri metinlerden birinde kral ve kraliçenin hayatlarında yapmak istedikleri şeyler farklıysa bu uzlaşı ile çözülmüyor. Kraliçe uzlaşmayı denemeden kralı bırakıp istediğini yapıyor. Karakterler bir sorun olduğunda bunu uzlaşma ile çözmekten çok katlanma ve ayrılma basamaklarını kullanıyor oysa uzlaşmayı daha ilk kurmaca metinlerimizi içeren çocuk edebiyatında kaybedersek ne gelecekte ne de şimdi çok da huzurlu bir toplumdan söz edemeyiz. Bu metinlerde uzlaşı yerine bireyselleşmenin bir çözüm olarak sunulmasını doğru bulmuyorum.

Türkiye’de Çocuk Edebiyatı türünde eser veren yazarların cinsiyet oranları hakkında bilgi alabilir miyiz? Ortaya çıkan oranlar hakkında neler söylemek istersiniz?

Bu konuda tüm dönemleri içeren bütüncül bir istatistiksel çalışma yok fakat şunu söyleyebiliriz; geçmişte erkek yazarlar bu edebiyatta kısmen daha fazlayken zamanla kadın yazarların sayısı çoğalmıştır. Hatta 2000'li yıllara gelindiğinde çocuk edebiyatımızda kadın yazarların ağırlıkta olduğunu görüyoruz yine incelediğim eserlerden hareketle yaptığımız istatistikte de kadın yazarların oranının %63 olduğunu gördük.

Çalışmanızda incelediğiniz metinlerde yer alan karakterlerde kişilik özellikleri, icra edilen meslekler, görünüş özellikleri ve karakterlerin bulundukları mekanlar hususlar hakkında bulgularınız neler oldu?

Örneğin geleneksel tahiyeli metinlerde kadınlar daha merhametli, fedakar, çalışkan, yapıcı ve pasif olarak gösteriliyor. Yine bu kadınlar genellikle ev içinde ve ev hanımı olarak uzun saçlı, etekli ve elbiseli olarak gösterilmekte. Geleneksel tahkiyeli metinlerde erkekler ise cesur, otoriter, merhametli genellikle takım elbiseli veya gömlekli pantolonlu, mekân olarak genelde ev dışında, işte veya kahvehane gibi yerlerde tasvir edilmekte. Ve bu erkek karakterlerin önemli bir kısmı ya devlet memuru ya da esnaf. Modern tahkiyeli metinlerde ise kadının ev dışında gösterilme oranı artıyor. Sadece etek ya da elbise giymiyor daha modern bir görünümü var, saçlar daha kısa, karakter olarak da daha cesur, özgür, aktif çoğunlukla meslek sahibi. Yine bu modern metinlerde erkeğin evde gösterilme oranı artıyor, kadınla hemen hemen evde gösterilme oranları aynı. Ve geleneksel metinlerdeki otoriter karakterin yerini anlayışlı, özgüvenli, evde kadına yardımcı olan bir karakter alıyor.
İncelediğim çeviri tahkiyeli metinlerde ise kadınlar özgüvenli, mücadeleci, sevecen olarak anlatılırken erkekler açık fikirli, bencil ve alaycı olarak gösterilmiş. Çeviri tahkiyeli metinlerde kadınların ev içinde gösterilme oranları modern ve geleneksel tahkiyelli metinlere göre daha az. Büyük çoğunluğu meslek sahibi. Erkekler de genellikle meslek sahibi ve dışarıda gösterilmekte. Evde gösterilme oranları kadın karakterlerle aynı diyebiliriz. Bu metinlerde kadınlar da erkekler de görünüş olarak çok çeşitlendirilmiş. Kadınlar etek, elbise, kısa etek, kısa elbise, pantolon, kısa saç uzun saç vb. Erkeklerde de pantolon, gömlek, takım elbise, şort, tişört, uzun ve kısa saç görmek mümkün.

Son yıllarda üzerinde çokça konuşulan Cinsiyet Eşitliğinin Çocuk Edebiyatımızda nasıl algılandığından bahseder misiniz?

Bu terim özellikle 2000'li yıllardan sonra çocuk ve gençlik edebiyatımızda karşılığını buluyor. Ve kadın ve erkeği mekan iş karakter hatta giyim gibi özellikler noktasında aynılaştırıyor oysa ben cinsiyet eşitliğini böyle algılamıyorum. Cinsiyetlerin eşitlik söylemleriyle aynılaştırılmasını cinsiyetsizleştirmeye giden bir süreç olarak görüyorum. Temel hak ve hürriyetler noktasında iki cinsiyet de elbette eşittir ve bu tartışmasız insani bir kazanımdır. Ama biz kadın ve erkeğin farklı olduğunu anlamak zorundayız. Farklılıklarıyla birbirini tamamlayan iş arkadaşı, hayat arkadaşı, yol arkadaşı olarak birbirimizi görmeliyiz. İlişkilerimizde rekabet dilini değil uzlaşı dilini kullanmalıyız. Güçlü yönlerimizle birbirimizi desteklemeliyiz. Zayıf yönlerimizde karşı taraftan yardım almalıyız. Kendi cinsiyetimizle ve cinsiyetimizin getirdiği farklılıklarla, avantajlar ve hassasiyetlerle barışmalıyız. Bu farklılıkları ve hassasiyetleri göstermekten de çekinmemeliyiz. Bence en büyük özgürlük kişinin kendi cinsiyetinin getirdiği farklılıkları özgürce yaşayabilmesiyle ilgili.

Büşra ARSLAN