Tanrı kişioğlunu sevgi üzere yaratıp gönlünü sevi(aşk) ile donattı. Türkçe, bütün diller arasında sevgiyi anlatan en güzel gönül dilidir, desek abartmış olmayız.
Türkçe’deki bu varsıllığın ilk çağlarda yalnızca Bilgeler ve Kamlar bilincindeydi. Oysa budun (halk), sevgi kaynaklı olan bu anlatım güzelliğinin özünü iyice kavrayamadığından kendinden olmayanlara karşı hoşgörüsüz ve sert davranış içindeydi. İşte bu davranışın dizginlenmesi ve Türk’ün şu ıssız acunu kasıp kavurmaması için daha bağışlayıcı, daha dayançlı (sabırlı) olması gerekiyordu.
Gün oldu, o an geldi; Türk’ün gönlü, özündeki coşkun sevgiyi anlatan sözcükleri saklandığı yerden çıkaran, yürekleri coşturan ezgilerle buluştu.
Ve Tanrı Türk’e kopuzu yaratacak yeteneği verdi. Kopuz, Ozan’ın ellerinde dile geldi. Kopuz, Türk’ün toyuna, şölenine, yuğuna, kurultayına dirlik kattı. Kopuz, Türk’ün savaşında, başkaldırısında en güçlü pusat oldu. Kopuz, Türk’ün Görklü Tanrı’ya yakarışına bir içtenlik kazandırdı. Ve kopuz Türk’ün delice sevdalarına coşkunluk kattı, kara budun’dan bey’e kadar her kişi aynı coşkuyu tattı.
Türk, yeryüzünün en kutlu toprağı olan Batı Türkeli’ni (Anadoluyu) “Ebedi Yurt” edindiğinde, onun bu toprakları hak ettiği kadar hiçbir millet vatan toprağını böylesine soyluca ve böylesine eşi benzeri olmayan emekle hak etmemişti.
İşte bu öz (tin, ruh), Batı Türkeli’nde, Zeki Velîdi Togan’ın “Türklerin mûsıkîsi ve hikmet pîri, Göktürk zamanındaki Oğuz yabguları nezdinde bulunan Türk hâkimi” nitelikleriyle tanımladığı Dede Korkut’un kopuzu eşliğinde tüm budunun yüreğine destanlarla, türkülerle işledi.
Ve kopuz Türk’e, Altay’larda, Tanrı Dağları’nın doruklarında, Ötüken’de, Yenisey-Selenge boylarında eşlik ettiği gibi; bin yılı geçkin Batı Türkeli’nin güzelim topraklarında da özveri ve güclü dayançla yoldaşlığını sürdürdü. Süre içinde Türk’ün sevgisi yüceldikçe telli kopuzun da telleri ikiden üçe, altıya çıktı. Kopuz’un yeni adı Bağlama oldu. Sevda türkülerine, başkaldırı deyişlerine, koşmalara, koçaklamalara, semah ezgilerine eşsizlik ve kişioğlunu kendinden geçiren duygu kattı.
Türk’ün sazı bağlama, atası kopuz gibi Türk’ün yaratılana sevgisini anlatmada ezgisiyle eşlik etti. Koca Bilge Yunus’un “yaratılanı severim yaradan’dan ötürü” sözündeki sevgi, bağlama ile gönüllere işledi. Türk’ün sazının eşliğinde Kara Ozan’lar, Pir Sultan’lar, Karacaoğlan’lar, Dadaloğlu, Erzurumlu Emrah, Aşık Sümmani, Aşık Veysel, Aşık Daimi, Aşık Reyhani Baba, Ali Ekber Çiçek, Aşık Mahzuni, ve daha nice ozanlarla birlikte nice isimsiz sevda yürekliler türküleriyle Türk’ün gönlünde ölümsüzleşti.
Bağlama, kimi zaman Türk’e en kızgın, en kabına sığmadığı ve sel olup taşacağı anında bir durgunluk, bir dinginlik kazandırdı. Kimi an da kişinin kişiye kötülüğünün asla onay görmeyeceği yerde Türk’e güç verdi, Türk’ün pusatı oldu, yiğitlik koçaklamalarına bir coşku kazandırdı. Yeri geldi tüm çalgıların en beceriklisi oldu. Tıpkı sonsuza göçen Ali Ekber Çiçek’in “Haydar Haydar” deyişinde olduğu gibi, tek başına bir orkestrayı andırdı.
Türkülerin anasıdır Türk’ün sazı. O olmadan türküde ezgi, duygu olmaz. Güçlü sevgi ile donanmış olanın yüreğine işler. Hele bir de deli sevdalıysa ok gibi yaralar. O yara hem kendinden geçirir, hem de olgunlaştırır. Tanrı katında kut bulanların sevisi (aşkı), kişiden göksel bir boyuta yönelir.
Türkü; bağlamanın yoldaşlığında, sevdanın, hasretin, sılanın, özlemle bekleyişin duru, içten ve özlü anlatımıdır. Türkü, Türk'ün gönül dilinin yüreğe işleyen ezgi ile bütünleşmesidir.
Yüreği türkülerle coşmayanda beklentisiz sevgi barınmaz. Öylesinin tek istediği “her şey benim olsun”dur, bu onulmaz tutku ile yaşar ve ölür. Hem de hiç anılmamak üzere gerçekten ölür. Öyle ya gönlü boş yaşayanı nasıl anacaksınız.
Bağlamadaki ezgiyi tanımlamak, bir kalıba sokmak zordur. Bir toydaki oyun havasında mutluluk gözyaşlarının kaynağı olur. Sevgiliye söylenen türkülerle sevdayı diri kılar. Tanrı’yı anan deyişlerde kutlu dileklere kaynaklık eder. Yiğitlik koçaklamasında yağının (düşmanın) saldırısını durduran pusat olur. Acılarda, ağıtlarda, yuğlarda kişioğlunun dayancı olur. Yurt sevgisini anlatmada; gökyüzünün ve denizlerin maviliğini, dağların doruklarının özgürlüğünü, nehirde akan suyun duruluğunu, yaylalarda esen yele boyun eğmeyen kır çiçeklerinin özgün kokusunu, göklerde süzülen kartalın uçuşundaki egemenliği, bir şahinin bakışındaki keskinliğini ve bağımsızlığımızın göstergesi şanlı bayrağımızın eşsiz değerini hissettirir. Kısacası Bağlama, atası Kopuz gibi Tanrı’ya yakarışa, yüreklerde sevgiye, beyliğe, kazanılan utkuya çoşkunluk-içtenlik katar.
Yüzyıllar öncesinden bağlama ile kopuzun, şu koskoca Türkeli’nin dört bir yanında aynı ezgiyi gönüllere aynı coşku ile yaşatmasına çağımızda tanık olduğumuz gibi, Türklük var oldukça da bu ortak coşku sonsuza dek yaşayacaktır.
Tıpkı 17.yy.’da Aşık Ömer’in “Dedi ki yok yok” adlı türküsünün benzer gönül dili ve aynı ezgi ile 19.yy.’da Erzurumlu Emrah’ın, 1960’larda Doğu Türkistan’da Uygur Türk’ü Abdurehim Ötkür’ün ve 1970’lerde Kahramanmaraşlı Kul Ahmet’in yaşattığı gibi.
Konyalı Aşık Ömer’in türkü yüreğini üç asır sonrasında Doğu Türkistan’a kadar taşıyıp yaşatan sevdalı gönüllere selam olsun. Sonsuz acunda gönülleri hoşnut, yurtları uçmağ olsun.
Türküler kadar duru, türküler kadar yüce gönüllü, türküler kadar baş eğmez duruşla yaşamak dileklerimle...
Tanrı Türk’ü korusun.