Millî Mücadele yıllarında Anadolu’nun dört bir yanında halkı bilinçlendirmek, moral vermek ve işgale karşı duruş sergilemek amacıyla çıkan gazeteler arasında Albayrak, yalnızca Erzurum’un değil, bütün bir milletin sesi olmayı başaran özel bir yayın olarak öne çıkar. Zor koşullar altında iki ayrı dönemde yayımlanan gazete, sadece haber vermekle kalmamış; aynı zamanda millî bağımsızlık idealini besleyen bir fikir platformu, halkı harekete geçiren bir direniş çağrısı olmuştur. İlk sayılarında vatan sevgisini bir yemin gibi dizelere döken Albayrak, ikinci yayın döneminde ise tüm Anadolu’yu kucaklayan bir misyon üstlenmiş; matbaa eksikliklerine, kâğıt kıtlığına ve işgal altındaki şehir şartlarına rağmen millî vicdanın sesi olarak varlığını sürdürmüştür.
Albayrak Gazetesi'nin hikâyesi, yayın hayatında yaşadığı zorunlu kesinti nedeniyle iki ayrı dönemde ele alınır. İlk dönem, gazetenin 14 Mart 1913'te başlayan ve 11 Nisan 1915'te sona eren yayın sürecini kapsar. Bu süreçte toplam 93 sayı yayımlanmış olsa da, günümüze 9 Mayıs 1914 ve 11 Nisan 1915 tarihli sayılar olmak üzere yalnızca iki nüsha ulaşabilmiştir. Ulaşılamayan sayıların yazarları hakkında kesin bilgi bulunmamaktadır. Ancak her iki nüshada da yer alan "Albayrağınla çık, yürü ağken zafer nüma / Bir gün şehit olunca da olsun kefen sana" şeklindeki başlık altı yazısı, Albayrak'ın yayın politikasını ve millî duruşunu yansıtan çarpıcı bir ipucu sunmaktadır.
Bu dizeler, Albayrak’ın yalnızca bir gazete değil, aynı zamanda bir direniş çağrısı ve vatan yemini olduğunu göstermektedir. Sayfalarında yer alan her kelime, Türk milletinin bağımsızlık arzusunu haykıran birer manifestoya dönüşmüştür.
İkinci kez yayın hayatına adım atan Albayrak, artık sadece Erzurum’un değil, tüm Anadolu’nun sesi haline gelmiştir. Bir vilayet gazetesinden öte, yurdun dört bir yanındaki acılara kulak veren, milletin ortak kalp atışını sayfalarına taşıyan bir direniş manifestosuna dönüşmüştür. Her satırıyla halkı ayağa kaldırmayı ve umudu diri tutmayı hedefleyen Albayrak, dönemin zorlu koşullarında dahi siyasi ve toplumsal etkisiyle öne çıkan nadir yayınlardan biri olmuştur. Onun için vatan yalnızca bir coğrafya değil, kutsal bir bütündür ve hiçbir köşesi işgal altında kalmamalıdır.
Albayrak Gazetesi, Millî Mücadele’nin en çetin günlerinde, 5 Mart 1919 ile 14 Şubat 1921 tarihleri arasında tam 132 sayı yayımlanarak Anadolu basını içinde özel bir yer edindi. Haftanın bir ya da iki günü (genellikle Pazartesi ve Perşembe) çıkan bu gazete, dönemin yokluklarına rağmen ayakta durmayı başardı. İlk sayılarını Türk Basımevi’nde bastıran gazete, kısa süre sonra oldukça sıra dışı bir şekilde yayın hayatına devam etti. İttihat ve Terakki tarafından Ermeni komitacılarına karşı bölgeye gönderilen Ebulhindili Cafer Bey, samanlığında sakladığı eski bir Rus matbaa makinesini tamir ettirdi. Bu makine, Erzurum’un Taşmağazalar semtinde yer alan Albayrak İlkokulu’nun çatı katına taşındı ve gazete burada basılmaya başladı.
Kâğıt kıtlığı nedeniyle çoğu zaman yalnızca iki sayfa olarak yayımlanan Albayrak, yine de büyük bir etki oluşturmayı başardı. Üstelik bu yayın faaliyeti, sadece kâğıt sıkıntısıyla değil, bir de yakın geçmişte Rus işgalinden çıkmış, adeta harabeye dönmüş bir şehirde; Erzurum'da gerçekleştiriliyordu. İşte bu şartlar altında doğan Albayrak, sadece bir gazete değil, bir milletin varlık mücadelesinin sesi oldu. Yazı kadrosunda Süleyman Necati (Güneri), Cevat (Dursunoğlu), Mithat (Turanlı) ve Müştak Sıtkı (Dursunoğlu) gibi o dönemin önemli isimleri yer alıyordu.
Gazetenin başlığında 122. sayıya kadar yer alan “Türk Gazetesidir” ibaresi, 123. sayıdan itibaren “Halkçı Türk Gazetesidir” şeklini aldı. Bu değişim, gazetenin daha geniş kitleleri kucaklayan bir halk yayın organına dönüşme arzusunun simgesiydi. Gazete, kendi varlık gerekçesini 1914 tarihli 49. sayıdaki şu satırlarla özetliyordu:
“Erzurum vilayeti gibi ehemmiyeti son zamanlarda iki kat artmış olan bir Türk yurdunda Türklerin, bütün Müslümanların yaralarını görecek, gösterecek ve millete vurulan darbelere karşı bağıracak bir gazetenin varlığı hayatın en mübrem ihtiyacındandır. Albayrak her ne fedakârlığa mukabil olursa olsun çıkacak, derece derece muhitte yayılacak ve milletin pek şefkatli bir arkadaşı, bir düşünücüsü olduğunu gösterecektir.”
Albayrak Gazetesi, dili herkesin anlayabileceği kadar sade tutarak geniş halk kitlelerine ulaşmayı hedeflemişti. Bu yönüyle yalnızca haber veren bir gazete değil, aynı zamanda halkla doğrudan iletişim kuran bir aydınlanma aracına dönüşmüştü. Albayrak’ın bu dil tercihi, dönemin etkili düşünürlerinden Ziya Gökalp’in savunduğu Türkçü fikirlerle de örtüşüyordu. Nitekim Gökalp’in etkisiyle Selanik’te yayınlanan Genç Kalemler dergisi, nasıl halkın anlayacağı yalın bir Türkçe için mücadele verdiyse, Albayrak da Doğu Anadolu’da benzer bir misyon üstlenmişti. O dönemde Albayrak’ta dizgici (mürettip) olarak çalışan Abdurrahman Şerif ve Sıtkı Dursunoğlu gibi isimler, sadece teknik işlerle uğraşmakla kalmamış, aynı zamanda şehrin basın ve siyaset tarihinde iz bırakan önemli figürler haline gelmişlerdi. Daha sonraki yıllarda, Ermeniler tarafından yürütülen yoğun anti-Türk propagandaya karşı verdikleri tepkileri anlatırken, çalıştıkları gazetenin milli duruşunu ve siyasi çizgisini de gözler önüne sermişlerdi. Albayrak, yalnızca haber veren değil, tavır da koyan bir gazeteydi.
Albayrak Gazetesi’nin yayın motivasyonunu tam olarak kavrayabilmek için, yayımlandığı dönemin siyasi ve toplumsal çalkantılarına yakından bakmak gerekir. 1918–1921 yılları arasında Anadolu, adeta bir yangın yeriydi. Bu dönemin önemli olayları arasında, 12 Mart 1918’de Erzurum’un düşman işgalinden kurtuluşu, 22 Şubat 1919’da Kilis, Urfa, Antep ve Maraş’ın İngilizler tarafından işgali, 15 Aralık 1919’da Fransızların Adana ve Mersin’i ele geçirmesi ve 14 Mayıs 1919’da Yunanlıların İzmir’i işgali öne çıkmaktadır.
Tüm bu gelişmelere karşılık, Anadolu halkının kaderini tayin eden iki önemli kongre, 23 Temmuz 1919’da Erzurum ve 4 Eylül 1920’de Sivas’ta toplanmıştır. Ancak asıl dönüm noktası, 16 Mart 1920’de İtilaf Devletleri’nin İstanbul’u resmen işgal ederek Meclis-i Mebusan’ı dağıtması ve milletvekillerini Malta’ya sürgüne göndermesi olmuştur. Bu karanlık tabloya karşılık, halkın iradesiyle kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi, 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılmış ve yeni bir hükümet fiilen göreve başlamıştır.
İşte Albayrak, tam da bu zorlu dönemin tam ortasında, milletin sesi olmak için yeniden yayına başlamıştır. 1918 yılının sonlarında imzalanan Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti’nin fiilen sona erdiğinin habercisiydi. Antlaşmanın maddeleri, yalnızca bir teslimiyetin değil, aynı zamanda Anadolu’nun adım adım işgalinin de alt yapısını oluşturuyordu. Özellikle 24. madde dikkat çekiciydi: Eğer 'Vilayât-ı Sitte' olarak bilinen Erzurum, Van, Bitlis, Harput, Diyarbakır ve Sivas’ta bir karışıklık çıkarsa, İtilaf Devletleri bu bölgeleri işgal etme hakkına sahip olacaktı. Bu madde, yıllardır Doğu Anadolu'da hak iddia eden Ermeni çetelerinin faaliyetlerini bir tehdit olmaktan çıkarıp, adeta resmî bir işgal gerekçesi haline getiriyordu. İşte tam da bu kritik dönemeçte, Erzurum’da yeniden yayın hayatına başlayan Albayrak Gazetesi, bir basın organının ötesinde milletin bağımsızlık refleksinin sesi olmayı üstlendi.
Gazetenin yazar kadrosu, Doğu vilayetlerinin Ermeni çeteleri eliyle Türkiye’den koparılmasına karşı uyarılarda bulunuyor, halkı bilinçlendirmeye çalışıyordu. Çünkü bu tehlike, sadece yerel bir mesele değil, tüm Anadolu’yu tehdit eden bir emperyalist planın parçasıydı. Albayrak, işgalci devletlerin gizli antlaşmalarla Anadolu’yu paylaşma planlarına karşı halkın sesi olurken, kaleme aldığı yazılarda zaman zaman öfkeyi, zaman zaman da derin bir umutsuzluğu dile getiriyordu. Örneğin gazetenin 1919 tarihli 46. sayısındaki bir yazıda dönemin karanlık tablosunu şu sözlerle resmediliyordu:
“Türk tarihi kapanırken dünyanın bir yangın yeri haline gelmesini temenni etmekten, sakınmaktan mana kalır mı?
Mademki insaniyet iflas etmiş, mademki hak ve adalet cihandan kovulmuş bulunuyor.
Mademki hırs ve hodgamlık hâkim-i mukadderat mevkiine girmiş oluyor…
Böyle cihanın layıkı yanmak, kül olmaktan başka ne olabilir?”
Albayrak’ta yer alan bu cümleler bir milletin boğazına kadar gelen zulmü, ihaneti ve yok sayılmışlığının haykırışıdır. Albayrak, bu sesi duyurmak için değil bir matbaada, gerekirse bir samanlıkta bile yayın yapmayı göze almıştır. Çünkü bu topraklarda Türk’ün sustuğu her an, işgalcilerin biraz daha cesaretlendiği bir adıma dönüşüyordu.
Albayrak Gazetesi, Millî Mücadele yıllarında halkı bilinçlendirmeye çalışan bir eğitim aracı olarak ta işlev görmekteydi. Özellikle Doğu Anadolu’da, Ermeni meselesine dair topluma hem bilgi kazandırmayı hem de uyarıcı bir rol üstlenmeyi amaçladı. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş sürecinde, başta Erzurum olmak üzere birçok doğu vilayetinde Ermenilerin gerçekleştirdiği saldırılar ve işgalci devletlerle kurdukları ilişkiler, Albayrak sayfalarında sıkça yer buldu. Bu bağlamda gazete, Ermeniler tarafından yürütülen kara propagandaya karşı etkili bir karşı anlatı geliştirdi. Olayları belgelerle aktarmaya çalıştı; halkı yalnızca olan bitenden haberdar etmekle kalmadı, aynı zamanda bu tür tehlikeler karşısında toplumsal dayanışmanın önemini vurguladı.
Gazetenin yayın politikası, zamanla dar bölgesel çerçeveden çıkarak bütün bir ülkeyi kapsayacak şekilde genişledi. Millî Mücadele yıllarında yalnızca Erzurum’un değil, işgal altındaki tüm vatan topraklarının sesi olmayı amaçlayan bir yayın çizgisi benimsedi. Bu ulusal bilinç, gazetenin simgesel dilinde de açıkça görülmektedir. Örneğin, gazetenin başlığı altında uzun süre yer alan “Türk varlığından ayrılık kabul etmeyen vatan bucaklarından: İzmir, Adana, Maraş, Urfa, Ayıntab” ifadesi, Anadolu’nun dört bir yanındaki direniş merkezlerini bir araya getirerek adeta bir millî birlik manifestosu sunuyordu. Bunu, gazetenin logosunda yapılan değişikliklerden de anlamak mümkündür. İlk sayılarda logonun altında “Vilayât-ı Şarkıyye Ermenistan olamaz” ifadesi yer alırken, ilerleyen sayılarda bu sloganın yerini Süleyman Necati Bey’in kaleme aldığı ve Misak-ı Milli ruhunu taşıyan şu mısralar aldı:
“Vatan yûbasında mukaddes bir dal / Şarkî Anadolu, İslâm ocağı / Ellere verilmez canan kucağı / Adana, Urfa’yı unutmak muhâl / Hatırdan çıkar mı Maraş illeri?”
Bu dizeler yalnızca duygusal bir çağrı değil; aynı zamanda dönemin siyasal ve toplumsal atmosferine, vatanın bölünmez bütünlüğüne dair güçlü bir beyandı. Maraş’ın düşman işgalinden kurtuluşundan sonra ise şiirde geçen “Maraş” sözcüğü “Aydın” ile değiştirilerek direnişin dinamik doğasına ayak uydurulmuştu. Albayrak, böylece Doğu’dan tüm ülkeye yayılan bir direniş çağrısına dönüştü; kalemiyle, manşetiyle ve şiiriyle Millî Mücadele’nin ruhunu besleyen güçlü bir halk kürsüsü haline geldi.
İzmir’in 15 Mayıs 1919’da Yunan ordusu tarafından işgali, tüm yurtta büyük bir infial yaratmıştı. Ancak bu işgale karşı en gür ve sert tepkilerden biri, Erzurum’dan yani Albayrak’tan yükseldi. Bu durum, Albayrak’ın yalnızca bölgesel bir yayın organı olmadığını; Anadolu’nun dört bir yanındaki gelişmeleri takip eden, yorumlayan ve yönlendiren ulusal çapta bir basın sesi olduğunu açıkça gösterdi. Albayrak, bir yandan Kars, Ardahan ve Batum gibi doğu illerinde yaşanan Ermeni katliamlarını gündeme taşırken; diğer yandan İzmir, Adana, Urfa, Maraş, Antep ve Aydın’ın işgaline karşı sert bir duruş sergileyerek halkı birlik olmaya çağırdı.
Gazetenin yayın kimliğindeki bu dönüşüm, logoya da yansımıştır. İlk 77 sayıda gazetenin çıkış yeri olarak “Erzurum” ibaresi yer alırken, 78. sayıdan itibaren bu ifade “Yüce Yurt” olarak değiştirilmiştir. Bu değişiklik, Albayrak’ın artık yalnızca bir şehir gazetesinden ibaret olmadığını, tüm vatanı kapsayan bir fikir yayın organına dönüştüğünü simgeler niteliktedir.
Haber aktarmanın dışında bir düşünce ve bilinç inşası yürüten Albayrak, isminden başlayarak yayın politikasının her satırında, vatanın bölünmez bütünlüğü, işgal altındaki toprakların kurtuluşu ve millî bağımsızlık idealini temel alınmıştır. Sadece Erzurum’un değil, Anadolu’nun tamamının derdiyle dertlenen bir gazete olarak Albayrak, ulusal basının yerelden ulusala yükselişinde öncü bir rol üstlenmiştir. Gazetenin dili, zaman zaman ağır bir Osmanlı Türkçesi taşısa da, mesajı son derece netti: "Bu vatan sahipsiz değildir."
Albayrak’ın sahibi ve başyazarı Necati Bey, gazeteci kimliğinin yanında Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecinde halkı örgütleyerek vatanın kurtuluşunu hedefleyen en önemli sivil yapılanmalardan biri olan Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’nin aktif bir üyesiydi. Necati Bey’in yanı sıra gazetenin yazarlarından Necati Güneri ve Cevat Dursunoğlu da Millî Mücadele’nin temellerinin atıldığı, tarihi öneme sahip Erzurum Kongresi’ne delege olarak katılmışlardı. Bu durum, Albayrak’ın sadece haber veren bir gazete değil; aynı zamanda Millî Mücadele’nin fikir platformlarından biri olduğunun en açık göstergesidir.
Gazete, halkı bu büyük mücadeleye hazırlamak ve bilinçlendirmek amacıyla sık sık Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin amacı, görevi ve ilkelerini anlatan yazılara yer verdi. Bu yazılar, yalnızca dönemin siyasi gelişmelerini yansıtmakla kalmadı; aynı zamanda bir moral ve yön bulma rehberi işlevi de gördü. Gazetede yer alan ve o dönemin ruhunu ortaya koyan, okuyucusunu bu mücadelenin bir parçası olmaya davet eden, her cümlesi, Anadolu’da yükselen millî uyanışın ve halkın kendi kaderine sahip çıkma kararlılığının bir belgesi olan yazılara sıkça sıkça rastlamak mümkündür yer vermiştir:
"Millî ve vatani buhranlar, her milletin yürüdüğü yolda bir sınav dönemi olarak karşısına çıkar. Bu dar geçit, kimi zaman uçurumlarla doludur, kimi zaman da güneşli umutlarla. İşte böyle anlarda atılacak yanlış bir adım, bir milletin tarihe gömülmesine neden olabilirken; sağlam ve bilinçli bir yürüyüş, onu aydınlık bir geleceğe taşıyabilir. Bu bilinçle bir araya gelen yürekler, vatan sevgisiyle hareket ederek kurtuluşun ışığını yakarlar."
"Osmanlı’nın mağlup çıktığı büyük savaşın ardından, ülkenin üzerine çöken karanlık hava içinde doğan bu kurtuluş hareketi ‘Harekât-ı Milliye’ yani Millî Hareket idi. Galip devletlerin, ilan ettikleri sözde adalet ilkelerini çiğneyerek, özellikle Doğu Anadolu’yu hayalî bir Ermenistan’a teslim etme girişimleri bu hareketin fitilini ateşledi. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve onun temsilcileri, bu tehdit karşısında yılmadan mücadele edeceğini, kendi yolunda ne bir korku ne de bir rehavet duyacağını haykırdı." (4 Aralık 1919, Sayı: 49, s,2)
Albayrak Gazetesi, yayınlarında özellikle Kafkasya ve Doğu Anadolu’da Ermeniler tarafından gerçekleştirilen katliamları detaylı biçimde ele almıştır. Belgeli olaylara dayanan haberlerinde yalnızca bilgi vermekle kalmamış, Ermeni mezalimini görmezden gelen ya da çarpıtan yaklaşımları da sert ve çoğu zaman ironik bir üslupla eleştirmiştir. Gazetenin bu dili, okuyucuda hem farkındalık hem de tepki yaratmayı amaçlayan bilinçli bir stratejiydi.
Öte yandan Albayrak, o dönemde özellikle dış kaynaklı bazı projelerle provoke edilmeye çalışılan Kürt ayrılıkçılığına karşı da net bir duruş sergilemiştir. Yayınlarında sıkça Kürt ve Türk halkları arasındaki tarihsel birlikteliğe, ortak mücadele geçmişine ve özellikle İslam inancının birleştirici gücüne vurgu yapmıştır. Gazete, Kürtlerin “Kürdistan” adıyla ayrı bir devlet kurma girişimlerinin sadece bölgesel barışı zedelemekle kalmayacağını, aynı zamanda tarihsel kardeşliğe ve İslam ümmetine karşı bir ihanet olarak değerlendirileceğini ifade etmiştir.
Bu söylemler, yalnızca bir ideolojik duruşun değil, aynı zamanda dönemin çok uluslu ve kırılgan yapısında Anadolu’nun birliğini koruma çabasının da bir yansımasıydı. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasının ardından Anadolu’da başlayan işgal süreci, sadece toprakların değil, halkın vicdanının da derin yaralar almasına neden oldu. İngiliz, Fransız ve Yunan işgal kuvvetlerinin uyguladığı baskılar, keyfi tutuklamalar, mallara el koymalar ve halkı yıldırmaya yönelik şiddet olayları, Anadolu insanının zihninde unutulmaz izler bıraktı. İzmir’in 15 Mayıs 1919’da Yunan ordusu tarafından işgali, ardından Maraş, Urfa ve Antep’in İngilizlerin ardından Fransız denetimine geçmesi ve nihayet İstanbul’un 16 Mart 1920’de fiilen işgali, ülke genelinde büyük bir infial yaratırken, bu gelişmeler Albayrak Gazetesi’nde de derin yankı buldu.
Albayrak yazarları bu dönemde sadece dışarıdaki işgal güçlerini değil, aynı zamanda içeride onlarla iş birliği yapanları da hedef aldı. Gazetenin köşe yazarları, emperyalizmi askerî ve siyasi bir tehdit olmasının yanında kültürel ve ahlaki bir saldırı biçimi olarak da değerlendiriyor, Batı’nın insan hakları ve özgürlük gibi kavramlar üzerinden yürüttüğü çifte standardı sık sık dile getiriyordu.
Özellikle Birinci Dünya Savaşı’nın ardından barış ortamını tesis edeceği umuduyla 8 Ocak 1918’de Amerikan Başkanı Woodrow Wilson tarafından açıklanan ve 14 maddeden oluşan Wilson Prensipleri, Albayrak yazarları tarafından büyük bir hayal kırıklığı olarak değerlendirildi. Bu prensiplerin adalet ve özgürlük vadetmesine karşın, Anadolu topraklarında işgali meşrulaştırmak için kullanıldığını düşünen gazete, bu politikayı "emperyalizmin yeni ve daha yaldızlı yüzü" olarak tanımlıyordu.
Albayrak yazarlarından Müştak Sıtkı Bey, gazetenin 77. sayısında yayımlanan “Son Hadise” başlıklı yazısında bu çelişkili durumu güçlü bir üslupla şöyle dile getiriyordu:
“Bir gün Adana’nın bağrına bir yılan, diğer gün İzmir’in koynuna bir çıyan saldırıyor; Türk’ün kutsal değerleri en alçakça yöntemlerle çiğneniyor, kesiliyor, yakılıyor, yok ediliyor. Galip devletlerin gözleri kör, kulakları sağır: Sadece Ermeni ve Rum çetecilerinin zafer naraları duyuluyor. Oysa onların ötesine geçen binlerce mazlumun feryadı, Batı medeniyetinin sahte duvarlarında yankılanıp sönüyor. Çünkü bağıran Türk’tür. Çünkü binlerce yıllık bir milletin hakkı, dünkü kölelere bugünün efendileri tarafından paylaştırılmak isteniyor.”
Sıtkı Bey yazısında, Wilson Prensipleri'nin arkasına gizlenen emperyal niyetlere de açıkça meydan okumuştur:
“Eğer niyetiniz buyduysa, yani tüm silah gücünüzle hain planlarınızı uygulamaktıysa, neden o ikiyüzlü vaatlerle, o 14 maddelik aldatmacayla karşımıza çıktınız? Ruhumuzu uyuşturup kolayca teslim almak mı istediniz? Bilin ki Türk’ün en uyuşmuş ruhu bile, en azgın fırtınalara karşı direnç gösterecek kadar güçlüdür. Maraş’ın destanı, İzmir’in direnişi bunun ebedî ispatıdır.”
Bu satırlar, Albayrak’ın halkın duygularını tesirli bir şekilde dile getiren ve işgale karşı toplumsal bilinç oluşturan bir direniş organı olduğunu gözler önüne seriyor. Mücadele yalnızca cephede değil, kelimelerle, cümlelerle, fikirlerle de veriliyordu. Albayrak, bu mücadelenin kalemiyle savaşan öncülerinden biri olarak tarihe geçmiştir.
Albayrak Gazetesi'nin 21. sayısında yayımlanan "Ne Olacağız?" başlıklı başyazı, Mondros Mütarekesi'nin Anadolu üzerindeki yıkıcı etkilerini çarpıcı bir üslupla gözler önüne sermiştir. Yazı, ateşkesin imzalanmasının ardından Anadolu’nun dört bir yanında oluşan karamsar tabloyu bölge bölge analiz ederken, İstanbul’daki gayrimüslim azınlıkların sergilediği tavırlara da sert eleştiriler yöneltmiştir.
Yazıya göre, Mondros’un imzalandığı gün, Osmanlı Devleti’nin başkentinde adeta bayram havası esmiştir—ancak bu sevinç, imparatorluğun asli unsurlarından değil, yıllarca aynı sokakları, aynı pazarları paylaştıkları Müslüman halkla komşuluk yapan gayrimüslim topluluklardan gelmiştir. Bu azınlıkların taşkın sevincinin ve küstah davranışlarının, Müslüman ahali üzerinde bıraktığı derin hayal kırıklığı, yazının satır aralarında açıkça hissedilir.
Başlığın sorusu olan “Ne Olacağız?” aslında o günlerin ruh halini yansıtan sarsıcı bir ifadedir. Ancak yazının son bölümü, karanlık günlerin ardından doğacak aydınlığa olan inancı vurgular: Bu millet, yeniden kendi kaderinin sahibi olacak; işgalin gölgesinde ezilen vatan, gerçek sahibine, Türk milletine dönecektir.
Aynı sayıda yayımlanan, yazar adı verilmemiş "Açık Hesap" başlıklı yazı ise Damat Ferit Paşa Hükümeti’ni hedef alır. Yazıda, hükümetin işbirlikçi politikaları nedeniyle Osmanlı Devleti'nin içine sürüklendiği kargaşa, sert bir dille eleştirilirken; özellikle Doğu Anadolu’da faaliyet gösteren Ermeni çetelerinin sivillere yönelik gerçekleştirdiği katliamlar, gazetenin değişmeyen insani ve millî hassasiyetleriyle kayıt altına alınmıştır. Bu yazılar, Albayrak’ın yalnızca bir haber kaynağı olmadığını, aynı zamanda dönemin toplumsal ruh halini, öfkesini, umudunu ve mücadele azmini yansıtan bir fikir platformu olduğunu bir kez daha ortaya koyar.
Sonuç olarak Albayrak Gazetesi’ni, bir yayın organı olmanın çok ötesinde, Millî Mücadele’nin ruhunu şekillendiren, halkın güçlü sesi ve dönemin vicdanını sayfalarına taşıyan bir direniş kürsüsü ve belleği olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır. Erzurum’dan tüm Anadolu’ya yayılan etkisiyle işgal karşıtı direnişin sesi haline gelen Albayrak, yokluklar içinde yayımlanmasına rağmen, içerdiği millî, ahlaki ve entelektüel söylemlerle hem dönemin basın tarihine hem de Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesine damga vurmuştur. Sade dili, güçlü duruşu, kararlı yazar kadrosu ve misyon odaklı yayın çizgisiyle Albayrak, Anadolu’nun kalbinden yükselen bir özgürlük çağrısı olarak Türk basın tarihinde eşsiz bir yer edinmiştir.
Yararlanılan Kaynaklar:
Akbulut, Dursun Ali (1991). Albayrak Olayı, Erzurum.
Aslan Yavuz vd., (2012). Yüce Yurttan Yükselen Ses Albayrak, Atatürk Üniversitesi Yayınları, (Editör Yavuz Aslan), No: 1001, İkinci Baskı, Erzurum: Kariyer Tanıtım.
Baydar, M. Ç (2010), Albayrak Matbaa ve Gazetesi 1913-1921, Türkiye Yazarlar Birliği, http://www.tyb.org.tr/albayrak-matbaa-ve-gazetes-1913-1921-1052yy.htm (Erişim Tarihi: 02.02.2018)
Yıldırım, Besim (2022). Millî Mücadele’nin Gür Sesi Albayrak Gazetesi’nin Köşe Yazılarının İncelenmesi. Ankara Üniversitesi İlef Dergisi, 9(2), 372-407. https://doi.org/10.24955/ilef.993100