Türk dünyasının büyük söz ustası Seyyid Muhammed Huseyin Behcet-i Tebrizî, Tebriz’de dünyaya geldi. Doğumuyla ilgili olarak 1905-1908 yılları arasında farklı tarihler verilir. Dava vekili olan babası İsmâil Mûsevî güzel sanatlar aşığı kültürlü biriydi. Muhammed Hüseyin önceleri “Behcet”, daha sonra “Şehriyâr” mahlasını kullanmıştır. Şehriyar mahlasını Hâfız divanından yaptığı üç tefeüül sonucu bizzat Hafız’dan almıştır.
1906’da başlayan İran Meşrutiyet Hareketi’nin Tebriz’de yol açtığı sosyal, siyasal ve ekonomik çalkantılar yüzünden ailesi 1909’yılında Hoşginab köyüne göç etti. İlköğrenimine Hoşginab civarındaki Kayışkurşak köyünde aldığı Farsça dersleriyle başladı.
1912’de ailesi Tebriz’e döndü. Öğrenimine Medrese-yi Müttehide ve Füyûzât gibi okullarda devam ettikten sonra Medrese-i Tâlibiyye’den mezun oldu.
Bu okulda Farsça’sını geliştirdi; Arap dili ve edebiyatı okudu. Bir yandan da özel olarak Fransızca dersleri alıyordu. Farsça ilk şiirleri Tebriz’de Muhammediye Mektebi’nin Edeb adlı dergisinde çıktı (1920). Liseyi Tahran’da Dârülfünûn’da tamamladı. Yüksek öğrenimine Tıp Fakültesi’nde başladı.
Farsça ilk şiir kitabı Sedâ-yi Hudâ 1929’da Tahran’da yayınlandı. Meliküşşuarâ Bahâr kitaba yazdığı önsözde -bazı edebiyatçılar abartılı bulsa da- onu sadece İran’ın değil bütün Doğunun gelecekte övüneceği bir şair olarak takdim etti.
Fakültede Süreyyâ adlı bir kızla yaşadığı aşk macerası yüzünden son sınıfta bitirme sınavlarına katılamadı. Aynı kızı isteyen, İran sarayına yakın bir ailenin müdahalesiyle hapsedildikten sonra Nişabur’a sürgün edildi (1929).
Sabahında Nişabura’a sürgün gideceği gece son bir kez görmek için Süreyya’yı bekleyen şairin kaleme aldığı “Behçetabad Hatırası” adlı şiiri çok beğenilmiş ve dillere destan olmuştur.
Türkçenin İran coğrafyasındaki son büyük şairi Şehriyar'ın hatıraları, hayalleri, bekleyişi, özleyişi ve serzenişini çok güzel anlatan hikayesi yürek sızlatır. Âşıkların her gecesi gibi yıldız sayarak geçirilen bir gece bir türlü görünmeyen Süreyya yıldızının gelmeyişinin, o gün şehirden sürgün edilecek âşık
Şehriyâr’ın o bekleyişinin hatırası:
Gece sabaha kadar sevgilisini bekleyen Şehriyar’ın gönlünden dizelerine akıttığı duygularına yer veren o ünlü şiiri:
Ulduz sayarak gözlemişem her gece yarı
Geç gelmededir yar, yine olmuş gece yarı
Gözler asılı, yok ne garaltı, ne de bir ses
Batmış gulağım, gör ne düşürmekdedi darı
Yatmış hamı, bir Allah uyaktır, dahi bir men
Menden aşağı kimse yok, ondan da yukarı
Tan ulduzu istir çıha, göz yalvarır çıhma
O çıkmasa da, ulduzumun yoktu çıkarı
Gelmez, tanıram bahtımı, indi ağarar sübh
Gaş bele ağardıkça, daha baş da ağarı
Aşkın ki gararında vefa olmuyacakmış
Bilmem ki tebiet niye goymuş bu gararı?
Rişhendle gırcandı seher, söyledi durma
Can korhusu var akşın, uduzdun bu kumarı
Oldum gara gün, ayrılalı ol sarı telden
Bunca gara günlerdir eden rengimi sarı
Gözyaşları her yerden akarsa meni tuşlar
Deryaye bakar, bellidi çayların aharı
Ez bes meni yaprak kimi hicranda saraldıp
Bahsan özüne sanki gızıl güldü, gızarı
Mihrab-i şefekte özümü secdede gördüm
Gan içre gemim yok, üzüm olsun sene sarı
Aşkı varıydı Şehriyar'ın, güllü çiçekli
Efsus, garayel esti, hezan oldu baharı
1932-1934 yıllarında Nişabur ve Horasan’ın bazı şehirlerinde noter idarelerinde görev yaptı. Ardından döndüğü Tahran’da çeşitli işlerde çalıştı; daha sonra bir bankada muhasebeci olarak yıllarca görev yaptı.
1935’te babasının vefatıyla kısa bir müddet için Tebriz’e döndü. 1942-1943 yıllarında ruhsal bunalım geçirmeye başlayan ve dört yıl kadar münzevi bir hayat yaşayan Şehriyâr 1946’da annesinin Tahran’a gelip kendisine destek vermesi sayesinde bunalımdan kurtuldu.
Bu sırada annesinin, yazdığı şiirleri anlamadığını söylemesi üzerine Âzerî Türkçesi’yle şiir yazmaya başladı. “Heyder Baba’ya Salâm” adlı şiirini 1950’de kaleme aldı; şiir büyük ilgiyle karşılandı. 1951’de Tahran’da basıldı:
Heyder Baba, dünya yalan dünyadı
Süleyman’dan, Nuh’dan kalan dünyadı
Oğul doğan, derde salan dünyadı
Her kimseye her ne verib alıbdı
Eflatun’dan bir kuru ad kalıbdı
Heyder Baba, gül konçesi handandı
Amma hayıf, ürek gazası kandı
Zindegânlık bir karanlık zindandı
Bu zindanın derbeçesin açan yok
Bu darlıkdan bir kurtulub kaçan yok
Heyder Baba, senin üzün ağ olsun
Dört bir yanın bulak olsun, bağ olsun
Bizden sora senin başın sağ olsun
Dünya kazov-kader, ölüm-itimdi
Dünya boyu oğulsuzdu, yetimdi
Heyder Baba, yolum senden keç oldu
Ömrüm keçdi, gelenmedim geç oldu
Heç bilmedim gözellerin neç oldu
Bilmezidim döngeler var, dönüm var
İtginlik var, ayrılık var, ölüm var
Heyder Baba, igit emek itirmez
Ömür geçer efsus bere bitirmez
Nâmerd olan ömrü başa yetirmez
Biz de vallah unutmarık sizleri
Görenmesek helâl edin bizleri
1952’de annesi vefat edince yeniden büyük sarsıntı geçirdi ve dostları onu Tebriz’e dönmesi için ikna etti. 1953’te halasının kızı Azîze ile evlendi. 1954-1969 yıllarında Tebriz’de yaşadı. Burada “Heyder Baba’ya Selâm”ın ikinci bölümünü 1967’de yayınladı. 1968’de Tahran’a gitti. Sosyal ve siyasal olaylarla ilgili şiirler yazmaya başladı. 1973’te Tahran’a yerleşti. 1977’de eşinin aniden vefatı şairi yeniden bunalıma sürükledi.
1979 İran İslâm Devrimi şairin ümitlerini canlandırdı; yeni dönemi heyecan ve sevinçle karşıladı. Azerbaycan Türkleri’nin Tahran’daki kültür hayatına önemli katkılarda bulundu. Doktor Cevad Heyet ve arkadaşlarının çıkardığı Farsça-Türkçe Varlık dergisinde yeni şiirleri çıktı; şiirleri ve sanatı hakkında birçok makale yayınlandı.
Ömrünün son yıllarını hastalıklarla mücadele ederek geçiren Şehriyâr 18 Eylül 1988’de Tahran’da vefat etti; vasiyeti gereği cenazesi Tebriz’e götürülerek Makberetüşşuarâ adlı mezarlıkta defnedildi.
Şehriyâr'ın son derece hassas bir kalbi vardır; en ufak bir iyilik veya güzellik karşısında etkilenir; en ufak bir ilgisizlik ve kötülük karşısında son derece sıkılır.
Gülün Değeri Düşer
Gülün değeri düşer sen bahçeye gelince
Yusuf’un değeri düşer sen pazara gelince
Ay buluta saklanır sen saçağa gelince
Gül dikenden düşük olur sen gül bağına gelince
Ey güzeller güzeli Ey hükümdarım benim, ey ordunun ayı
Teslim bayrağını çektim sen savaşa gelince
Aydınlık günümü kendime karanlık gece yaptım aşkından ben
Karanlık geceme mum olarak gelirsin diye sen
Umuyorum baygın nergis gözlerinle ben
Gecenin bir yarısında bana uyanık gelirsin diye sen
Bir ömür candan taparım hastalık gecesine
Bir gece hastanın başına hemşire gelirsin diye sen
Ey sıkıntılıların halini düşünmeyen sen
Düşün; bir gün sen sıkıntılara düşerim diye ben
Böyle güzellikle ey eski sevgilinin hatırası
Üzülürüm; başkalarının aklına gelirsin diye sen
Neden Şimdi…?
Geldin, sana kurban canım, ama şimdi neden?
Ey vefasız, ben yataklara düştükten sonra neden?
Ey güzel, senin nazın uğruna gençliğimizi verdik biz
Artık gençlere nazlan şimdi, bize nazlanman neden?
Gökyüzü kavuşmak isteyenlerin haline ağlıyorken
Hayretteyim, parçalanmıyor bu dünya neden?
Gül’ün ayrılık hazanında ey hüzünlü bülbül
Suskunluktu vefanın şartı, bu çığlıklar neden?
Yolculuğa çıkmazdın sen sevgilin olamadan ey Şehriyar
Bu yolculuğun kıyamete senin, tek başına neden?
Tebrizli şair İbrahim İkbali’nin Şehriyar’ın ardından kaleme almış olduğu onu özlemle anan bir gazeli:
Gemli Bahar
Şenlik edir cihan ki gelip növbeharımız
Men de feğân ki bizleri terk etti yârımız
Bah bir güzel semasına itmiş ğubarıda
Guya ki hey vurup atına şehsuvarımız
Men Lale’ye ne üzle bahım şâd olum hele
Matemlidir ğeminde dil-i dâğdârımız
Gevi gan ilen nigar ola âşıkların özü
Gözlerdeki yaşı daha silmez nigârımız
Bir cür’e ile mest eylemişti bizleri veli
Min kase ile ref olabilmez humârımız
Seller üzünde dalğalanır Sara’nın saçı
Ancak ki nekş olupdu suya rüzgârımız
Yaz sübhünün gayıtmağına tab edemmirem
Yeldalara gavuşdu uzun intizarımız
Güller düşüpdü her bere bir renge şermiden
Seyrane çıhmayıbdı bu il gül’üzarımız
İkbaliya revadı beharın hezan ola
Elden gidipdi yaz türeden Şehriyarımız
KAYNAKÇA
Burka‘î, Seyyid Muhammed Bâkır, Sohenverân-i Nâmî-yi Mu‘âsır, Tahran 1373 hş., I-VI.
Hâkimî, İsmâîl, Edebiyyât-i Muâsir-i Îrân, 1373 hş.
Muhammed Hüseyn Şehriyar, Dîvân-i Şehriyâr, Tahran 1377 hş., I-III.
Muhammedî, Hasan Alî, Ez Bahâr Tâ Şehriyâr, Tahran 1375 hş.
Yahakkî, Muhammed Ca’fer, Çun Sebû-yi Teşne/Edebiyyât-i Mu‘âsır-i Fârsî, Tahran 1379 hş.